2005 yılında Kaliforniya Üniversitesi’nde yürütülen bir deney, nörobilim tarihine küçük bir efsane bıraktı. Epilepsi hastalarının beyinlerine, nöbet odaklarını belirlemek amacıyla mikroelektrotlar yerleştirilmişti.
Ancak araştırmacılar bu sırada beklenmedik bir şey fark etti: beynin medial temporal lob bölgesinde yer alan bazı nöronlar, yalnızca belirli kişilere veya kavramlara tepki veriyordu.
Deneyde, bir hastanın beynindeki nöron grubunun özellikle dikkat çekici olduğu gözlemlendi. Bu nöron grubuna, ne zaman Jennifer Aniston’ın bir fotoğrafı gösterilse ateşleniyor, ama aynı fotoğrafta Brad Pitt belirdiğinde sessiz kalıyordu. Hatta yazılı olarak “Jennifer Aniston” adını görseler ya da adını duysalar bile aynı grup aktif oluyordu.
Araştırmacılar bu olaya “Jennifer Aniston nöronu” adını verdi. Medya ise hemen üzerine yoğunlaştı; manşetler “Bir nöron Jennifer Aniston’ı tanıdı!” başlıklarıyla doldu. Oysa bu dramatik yorum, keşfin bilimsel derinliğini biraz gölgede bıraktı. Peki, beynin bu kadar seçici olmasını sağlayan mekanizma, neden yapay zekâlarda eksik?
Sonraki araştırmalarda anlaşıldı ki, aslında tek bir nöron değil, küçük ama son derece seçici bir nöron grubu aynı anda aktive oluyordu. Yani beynin içinde, bir kavramı veya kişiyi temsil eden minik bir sinir ağı vardı. Biz o ağdan sadece bir hücrenin sinyalini yakalayabilmiştik. Bu fark, beynin bilgiyi nasıl temsil ettiğine dair düşüncemizi kökten değiştirdi: Anlam, tek bir hücreye sıkışmış değildi — birbirine bağlı, birlikte ateşlenen hücrelerin kolektif örüntüsünde yaşıyordu.
Anlam, rastgele dağılmış nöronlarda değil; çok küçük ama yüksek seçiciliğe sahip örüntülerde yaşıyordu. Her nöron bu ağın içinde kendi “notasını” çalıyor, birlikteyse anlamın melodisini oluşturuyorlardı.